Paragrafta Düşünceyi Geliştirme Yolları
İyi bir yazıda canlılık, özlülük ve denge gibi nitelikler bulunmalıdır. Canlılık; anlatımın hareketli olması, konunun gözler önüne serilmiş gibi bir özellik taşımasıdır. Özlülük, söz ve yazının az sözcük ile isteneni verebilmesidir. Denge ise yazının ya da sözün tümündeki öğelerin, ana fikrin çevresinde orantılı olarak bulunmasıdır.
……………………………………………………………………………………
İsim, varlıkları tanıtmak için kullanılan sözcüktür. Varlıkları birbirinden ayırmak için verilmiş olanına da özel isim denir. Cins ismi ise aynı türden varlıkların hepsinin ortak adıdır. İsimlerin madde halinde olmayan ve varlığı ancak akılla tasarlanıp kabul edilen kavramlara verilenine de soyut isim denir.
……………………………………………………………………………………
Bir olay, bir eşya bir manzara ya da bir kimsenin içinde bulunduğu durum karşısında duygulanırız. Duygulandığımızı yer yer söyleriz ama duygu üzerine bir söz söylememiz istense lafın iki ucunu bir araya getiremeyiznedense. Bilindiği gibi bir insanın, eylemlerinin ve fikirlerinin dışında kalan bilinçlenmiş duyumlarına duygu denir. Bu duygular; sevinç, keder, heyecan gibi sözcüklerle adlandırılabilir. Örneğin, özlemini çektiğiniz uzaktaki bir yakınınızın ansızın gelmesine sevinir, bir ölüm ya da ayrılıkla üzülür, bir sınav sırasında heyecanlanırız. Bunların hepsi duyguya örnek verilebilir.
………………………………………………………………………………………
Buğra'nın öykü kahramanları gösterişsizdir, onlar toplumsal hayatta orta ayarda bir yerin insanıdır. Kokar, zorlanır, kaçar, sever, sevilirler. Havuçlu Pilav Meselesi'ndeki kahramanı bir düşünün. Kendi duygu düzeyinde olmayan eşi bunu bir güzel haşlıyor. Perişan bir durumda akşamı ediyor bizimkisi. İşte bu kahraman halktan biridir. Yani toplumun bir parçası. Yani her gün gördüğünüz insanlardan birisi. Belki de sizsiniz o.
………………………………………………………………………………………
Şiirin herkesi etkileyen öyle bir dili vardır ki bu dilin gücüne kimse yetişemez. Yolculuğumda şaşakaldığım bir olay yaşadım. Niğde'ye yaklaşıyorduk. Yanımda oturan bir Niğdeli, şehrin eteğini saran ağaç kümelen arasında pek iyi seçemediğim bir noktayı gösterdi. "Faruk Nafiz'in hanı" dedi. Giyinişinden anlaşıldığına göre bu bir esnaf veya işçiydi. Böyle olmakla birlikte Han Duvarları'nı ve şairini biliyordu. Daha garibi, trende ilk gördüğü yabancının bir şiiri, şiirde anlatılan hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su gibi herkesçe bilinen şeylerden söz eder gibi iki sözcükle bana maksadını anlatıyordu. İyi yazılmış bir şiir koskoca bir hanı, kapısındaki mermer tapu senedine rağmen, asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz'e veriyordu.
…………………………………………………………………………………
Özdemir Nutku, başta tiyatro olmak üzere kültür ve sanat yaşamımızın en üretken ve çok yönlü adlarından biridir. Makaleleri, eleştirileri, denemeleri oyunları, çevirileri, şiir ve çocuk kitapları ile tiyatronun eğitimden uygulamaya kurumlaşması için gösterdiği çaba, onun çok yönlülüğünü belirtir. Özellikleson yıllarda yoğunlaşan bu çalışmaların birçoğu değişik kurumlar tarafından ödüllendirilmesi de Nutku'nun üretken yanını gerçek anlamda karşılayamıyor. Çalışmalarında yalnızca içeriğiyle değil ilgilendiği alanlara bakma biçimiyle de yeni kapılar açıyor bize.
……………………………………………………………………………………
"Susuzluk" şiirini herkesin yüksek sesle bir defa daha okumasını öneriyorum. Bu şiirde, kendinizi bulacağınıza eminim. Belki de bu şiiri şair yazmasaydı siz yazacaktınız. Şair ne yazık ki Susuzluk'u benden önce yazmış, diyeceksiniz. Akbal'ın dediği gibi: "Susuzluk'ta susadığınız hisleri buluyorsunuz. Yıllardır ulaşamadığınız ama sizin olan hisleri."
……………………………………………………………………………
Şairlerin şiirleriyle yaşamları arasında sıkı bir ilişki olduğu birçok kimse tarafından kabul edilen bir görüştür. Ben de buna inananlardanım. Eleştirmenler çoğunlukla şiirde anlatılanla şairin yaşam öyküsü arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmaya çalışırlar. Onlara göre şiirdeki bir sözcük bile şairin yaşamındaki kara bir kesitin yansıması olabilir. Mehmet Kaplan da bu görüştedir, Hatta o, şairin çocukluk dönemine kadar inmeyi bile dener.
……………………………………………………………………………
Şairlerin ilk yayımlanan şiirlerinin, onların gelecekte kat edecekleri yol üzerine bir fikir verdiğini düşünürüm. Sözgelimi Cemal Süreya'nın ilk yayımlanmış şiiri olan Şarkısı Beyaz'a bakalım. Altı dörtlük ve otuz altı mısradan oluşan bu şiirde şairin yaşamı boyunca yazacağı şiirlere göndermeler vardır.
………………………………………………………………………
Şairlerin ilk yayımlanan şiirlerinin onların gelecekte kat edecekleri yol üzerine bir fikir verdiğini düşünürüm. Ece Ayhan, Cemal Süreya incelemelerinin birinde şöyle der: "Süreya'da olduğu gibi diğer şairlerde de ilk şiir, şiir yolunun ilk basamağıdır. Merdivenlerin basamaklarının birbirini hatırlattığı gibi ilk şiirler de sonrakilerin bir örneğidir."
…………………………………………………………………………………
Eleştirmenlerimizin eleştiriyi yan meslek olarak algılamalar/ bilinen bir gerçek ama işin korkutucu boyutu birçok kimsenin ilgisini çekmiyor. Eleştirmenlerimizin yüzde 83:ünün ekmeğini kazandığı mesleği eleştirmenlikle ilgisiz: yüzde 33'ü ticaretle uğraşıyor, yüzde 10'u tekstilci, yüzde 4O'ı doktor, çok az bir kısmı da yazar. İşin en ürkütücü yönü, aydınlarımızın yüzde 72'sinin, eleştirmenlerin eleştiri dışında işler yapmalarını oldukça doğal karşılamaları. Sanki bu durum eleştiriyi olumsuz yönde etkilemezmiş gibi.
………………………………………………………………………………
Abdülhak Hamid'in eserlerini en azından üç kez okumuşumdur. Bu eserlerde öyle bir özellik var ki defalarca okusanız da damağınızdaki o esrik tat sizi yine derbeder şairin sayfalarına çekiyor. Vakit'te çıkan anılarını üçüncü kez okuyuşum. Ahmed Hamdi Tanpınar da ondaki bu özelliği görmüş olacak ki: "Hamid'e her zaman bir zengin madene dönülür gibi dönülecektir." der.
……………………………………………………………………………
Gece yansı öksürükle uyandım ve ilk defa gelecek seneye çıkamama korkusu aklıma geldi. Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. Bitirmediğim o kadar eser ve kullanmadığım o kadar sözcük varken... Yarım kalan romana çok ekleme yapmalıyım. Bir kısmını değiştirmeliyim. "Hiç şaşmayan göz, bu defalık hayran hayran bakıyordu." yerine başka bir cümle yerleştirmeliyim örneğin.
………………………………………………………………………………
Bazı yazarlar vardır okur geçersiniz; kazancınız sadece fikir edinmiş olmaktır, dönüp bir daha okuma ihtiyacını pek hissetmezsiniz. Bazıları da vardır ki, onları her okuyuşta onlarda yeni bir derinlik keşfedilir. Tehlikelidirler; çünkü sizi esirleri haline getirir, kendileri gibi düşünmeye zorlarlar. Adeta söylenecek her şeyi söylemişlerdir de, ne tarafa yönelirseniz yönelin, onlara toslar, kendiniz ofmakta zorlanırsınız.
………………………………………………………………………………
"Etikle "ahlak" arasında bir ayrım yapmak gereklidir. Olağan konuşmalarda ikisi sıklıkla birbirinin yerine kullanılır ama bunların farklı anlamları vardır aslında. Kısaca belirtecek olursak "etik" doğru ve yanlış davranış teorisidir; "ahlak" ise onun pratiği. Ahlaki değil de etik ilkelerden söz etmek doğru olur; çünkü etik, teoridir. Etik değil ahlaki davranıştan söz etmek doğrudur; çünkü ahlak pratiktir. Etik, bir kişinin belli bir durumda ifade etmek İstediği değerlerle ilgilidir; ahlak ise bunu hayata geçirme tarzıdır.
……………………………………………………………………………
Elimdeki kitap öyle vapurda, otobüste okunacak cinsten değil. Çok denedim, ama en sonunda hafif bir müzik eşliğinde, loş bir odada bu kitabı anlamayı başardım. Çünkü kaçırdığınız bir sözcük tüm öyküyü yeniden okumanıza mal olabiliyor. Bu kitap şimdiye kadar okuduğunuz öyküler gibi yüzeysel birokumayla anlaşılan kitaplardan değil. Edebiyatın zor ulaşılan lezzetini, zeka içinde yüzen bir yazardan yudum yudum alıyorsunuz. Kendini açmıyor öykü, zorluyor, zaman harcatıyor ama mutlu ediyor. Dikkatsizliği hiç affetmiyor, okuyucusundan özen ve zeka isteyen tüm eserler gibi.
………………………………………………………………………
Atmosfer ve okyanuslar, yakın bir zamana kadar insanların minik etkinliklerinden tamamen ilişkisiz bir doğanın öğeleri sayılıyordu. Bugün ise kimyasal madde kullanımımızın Ozon tabakasına zarar verdiğini karbondi-yoksitin tüm gezegenin iklimini önceden tahmin edilemeyen bir şekilde değiştirdiğini biliyoruz. Balıkçı filolarının okyanusları tararken bir zamanlar sınırsız sanılan balık türlerinin neslini geri dönülemez ölçüde tükettiği biliniyor. Böylece Los Angeles'taki tüketicilerin davranışlarının Avustralyalılarda deri kanserine ol açtığını bilmeyen kalmadı.
…………………………………………………………………
Demiryoluna katarlanyla uzanmış bu kara makine, eski zaman canavarlarını andırıyordu. Yorulmuş bir koca dev gibi hırıltılarla, sanki zorlukla hareket ediyordu. Zifiri karanlığı delen tepegöz ışığı, etrafı gündüz gibi aydınlatıyordu, etrafına korkular salmak istercesine, her ekfem yerinden bir buhar demeti fışkırıyor, fışkırıyor, fışkırıyordu. Bu karlarla kaplı kış akşamında istasyona ulaşan bu lokomotif, demirden bir makineden daha çok uzun süren bir çakal saldırısını savmış bir yorgun canavarı hatırlatıyordu.
…………………………………………………………………………
Bineceğimiz vapuru kaçırmıştık. Öbürünün gelmesine de iki saat vardı. Karşı yakaya geçmek üzere iki sandala dolduk. Deniz pek sütliman değil. Yüzünü buruşturup duruyor. Belki on kişiden çoğuz. Sandal yeterince büyük olmasına rağmen suya oldukça gömüldü. Hayli açıldık. Hepimizi bir korku sardı. Sandalcının kaşları çatıldı. İçimizden biri birdolmuş kazasını anlatmaya başladı. Sandalın kenarından suyu şöyle bir yokladım. Batmamıza bir karış ancak kalmıştı.
…………………………………………………………………………
Bir de bakıyorsunuz havalardasınız. Uçak yükselmiş gidiyor. Siz de anlıyorsunuz ki düşmesi için, hiçbir neden yok. İçiniz rahatlıyor. Pencereden bakıyorsunuz. Üstlerinden bakıldı mı bulutların seyrine doyum olmuyor. Suyu andırıyor. Bazen dağı çağrıştırdığı da oluyor. Bulut işte; her zamanki gibi altından değil üstünden görülmüş bulut. Yukarıdan bakınca dünya daha şirinleşiyor.
.....................................................................................